Yayla Maceralarından Kesitler-2 (Yayla Hayatı)

Yaylaya yaptığımız uzun ve maceralı yolculuktan sonra artık yayladayız. Önümüzde iki, en fazla üç ay sürecek olan ve yine maceralarla dolu olan bir yayla hayatı var...Yaylada hayat, sabahın erken ve (yaylanın yüksekliğinden dolayı) soğuk saatlerinde yaylacılık faaliyetiyle uğraşan (genellikle kadınlardır- memtevre) kişinin, yayla evinin alt katındaki veya hemen bitişiğindeki ahıra inmesiyle başlar. Amaç, erkenden ineklerin sağılarak hayvancıkların o uçsuz, bucaksız meralara bir an önce bırakılabilmesi...Onların da karınlarını doyurmak için yeterince zamana sahip olabilmesi...Çünkü genellikle yayla evlerinin bulunduğu mekan ile meralar (o yüksek platolar) arasında uzun sayılabilecek bir mesafe vardır ve hayvanların meraları ulaşmaları epey bir vakit almaktadır. Sağma işlemi bittikten sonra, çoğunlukla evin küçük fertleri, hayvanları meralara kadar geçirme gibi önemli bir görev üstlenirler. Bu arada memtevre (yayla işleri ile uğraşan), ahırı temizler ve sonra sağdığı sütleri süzerek (sadzuravit) ilgili kaplara yerleştirir. Bu sütler birikip zamanı gelince, hemen her ailede bulunan süt  makinesi ile sütteki kaymak ayrılır ve elde edilen kaymaktan, yağ, kaymağı ayrılmış sütten ise Macahele özgü tel peyniri yapılır. Bunun dışında yine kaymaksız sütten peynir yapıldıktan sonra, kalanla “do” ve bunun son aşaması “kuruti” yapılır. Yani sütün her zerresi değerlendirilmiş olur. Bütün bu yiyecekler aslında o uzun ve zorlu kış mevsimine hazırlıktır, o nedenle yaylada bu ürünler biriktirilir, yaylada fazlaca tüketilmemeye özen gösterilir.

  Hayvanlar meralara başıboş salıverildiği gibi, ayı ve kurt gibi yörede bulunabilen yabani hayvanların zarar vermesinden endişe edilmesi durumunda ve yaylarımızdan eksik olmayan sisli havalarda çobanlık da söz konusudur.  Bundan başka bilhassa koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanlar açısından ise, bunların başı boş salıverilmeleri uygun olmadığından mutlaka çobanlık yapılması gerekir. Genellikle yayladaki bütün koyunlar, keçiler hep birlikte ve sırayla otlatılır. Yani sırası gelen her hane bir veya birkaç gün bunları otlatmak durumundadır.

  Akşama doğru ise, iki durum söz konusu olabilir. Ya hayvanlar, sahibini seviyordur, iyi huyludur, kendiliklerinden ahırlarına geri dönerler, sahibini yormazlar ya da huysuzluklarından veya o güzelim semiz otlardan ayrılmak istemeyişlerinden veya hava güzelse o dümdüz yeşillikleri ve açık havayı kapalı ahırlara tercih etmelerinden veya meraların uzak olması nedeniyle o uzun yolu tekrar kat etmek istemeyişlerinden vs. vs. geri dönmeyebilirler...Bu durumda sahibi için akşama doğru meralara kadar gidip hayvanları getirme gibi ayrı bir macera başlar. Eğer hayvanlarınız her gün otladıkları yerde yoksa, o gün fikir değiştirip, belki de daha önce hiç bilmediğiniz bir platoda günü geçirmeye karar vermişlerse gerçekten bir macera başlıyordur sizin için... Hava kararmış ve hala hayvanlar bulunamamışsa ve yabani hayvanlardan (ayı, kurt gibi) endişe ediliyorsa, o çevrede çobanlık yapanlardan gerekli istihbarat alınıp, tahminler yürütüldükten sonra, gece vakti elde fenerler (pilli veya eski usul gaz yağı ile çalışan orijnal el feneri) ile maceralı bir yolculuğa, araştırmaya girişilir. Gecenin karanlığındaki bu macerada hisler ve gösterilen tavırlar oldukça ilginçtir. Bir yandan hayvanları bulabilme, onların nerede olabileceğine ilişkin endişe ve merak, diğer yandan gecenin sessizliğinden ve yabani hayvanlardan kaynaklanan ve bir türlü içten atılamayan bir korku...Ve bundan kurtulabilmek, gecenin sessizliğini bozmak için avazın çıktığı kadar atılan naralar (dakijnva)...Bir anlamda içteki güdüsel korku şarjını, deşarj etme uğraşısı...Karanlıkta oraya buraya çarpmalar, çukurlara düşmeler de işin cabası...Hayvanlar bulunabilirse ne ala, bütün bu zorluklar unutulup, yerini sevince bırakıyor, yoksa bütün bunlar yanınıza kâr veya daha sonra hatırlayarak gülümseyeceğiniz tatlı bir hatıra olarak kalıyor!

  Yayla hayatı, çocuklar için de ayrı bir macera içerir. Çocukluğunun önemli bir bölümü, çok küçük yaştan itibaren yaylalarda geçen biri olarak, yayla hayatını, çocuklar açısından, çocukluk dönemi için önemli bir fırsat, bir şans olarak görüyorum. Yaylada bulunmak, o tertemiz havayı solumak, insanın ufkunu açan o uçsuz, bucaksız platolara doğru seyre dalmak, hiçbir engel ve sınır olmadan istediğiniz gibi bağırıp çağırabilmek, koşup, oynamak, eşi ve benzeri olmayan, tam bir özgünlük içinde yaşamak gerçekten de bir şans...Yayladaki oyunlar da ayrı bir özgünlük taşır. Futbol, yüzük oyunu gibi oyunların yanı sıra en önemli oyun “bilay” denilen çelik-çomak oyunudur. Asgari iki kişi gerektiren bu oyunun araçları, yaklaşık bir metre uzunluğundaki değnek (gargani) ve “bilay” denilen ve 5-10 santim uzunluğundaki sağlam değnek parçasıdır. Değnekle bilay üzerinde yapılan hareketler ve onu değnekle olabildiğince uzağa doğru fırlatmaya göre puan alınması oyunun temelini oluşturur. Bu oyun oldukça zevkli olmasına rağmen, bilayın veya değneğin çarpma ihtimali nedeniyle kısmen tehlikeli bir oyundur.

  Yaylada geçen bir çok maceradan sonra, havaların yavaş yavaş soğumaya başlaması ve yüksek platolara yılın ilk karının düşmesiyle birlikte köye dönüş yolculuğu da artık başlayacaktır. Köye dönüş, hem yayladan ayrılacak olmanın hüznünü hem de iki-üç aydır uzak kalınan köye kavuşacak olmanın özlemini, sevincini bir arada barındırır. Bu karmaşık hislerle, yaylaya yolculuğa benzer şekilde hayvanlarla birlikte köye dönüş başlar. Yaylaya yolculukta yaşananlara benzer maceralarla sonunda ayrı kalınan köye ulaşmayla birlikte buruk da olsa bir sevinç yaşanır. Geride ise hüzünlü ama yağan karlar dolayısıyla bembeyaz bir örtüyle kaplı ve adeta gelecek seneyi bekleyen bir yayla bırakılır.

Her zamanki gibi hoşça, dostça ve hep Macahelli kalabilmek dileğiyle...


Haberin kaynağı : http://www.macahelbizimdir.org
Macahel Bizimdir İnisiyatifi